Allah’ın dışında, kendileri için göklerden ve yerden
hiç bir rızka, hiç bir şeye malik olmayan ve buna güçleri yetmeyen
şeylere mi tapıyorlar? Artık Allah’a benzerler aramaya kalkışmayın;
çünkü Allah bilir, siz ise bilmezsiniz. (Nahl Suresi, 73-74)
Evrim teorisi, her türlü bilimsel kriterden yoksun,
hiçbir geçerli delile dayandırılamamış tamamen spekülatif bir iddiadır.
Daha da ötesi, bütün iddiasını, var olan her canlının, gerçekleşmesi
ihtimal dışı sayısız tesadüflerin ardı ardına gelmeleri sonucunda
oluştuğu gibi akıl ve bilim dışı bir temel üzerine kurmuştur.
Buna rağmen evrim, birtakım ideolojik çevrelerin,
kitleleri gerçeklerden uzak tutmak için sarıldıkları tek çareleridir. Bu
nedenle herşeye rağmen sürekli gündemde tutulmaya çalışılmaktadır.
Ancak evrim teorisi doğadaki yaratılmış her canlıda olduğu gibi, örümcek
karşısında da son derece çaresiz kalmakta, hiçbir şekilde örümceklerin
sahip oldukları özelliklerin nasıl ortaya çıktığını açıklayamamaktadır.
Örümceğin sahip olduğu özelliklerin nasıl gelişmiş
olabileceğini evrim açısından düşünürsek, evrim teorisinin ne kadar
çürük bir iddia olduğunu daha iyi anlarız. Örümceklerin atası olduğunu
varsayacağımız bir böcek türü düşünelim. Bu böceğin şu andaki birçok
örümcek gibi sağır ve hemen hemen kör olduğunu varsayalım. Bu haliyle
böceğin avlanamayarak açlıktan hemen ölmesi gerekir. Fakat her nasılsa
tesadüf gibi anlamsız bir güç sayesinde bu böcek hayatta kalır.
Bir gün bu sağır ve kör böceğin aklına avlanmak için ağ
kurmak gibi parlak bir fikir gelir. Bu sayede hem barınacağı bir yeri
hem de avlanabileceği ideal bir tuzağı olacaktır. Ama bu böceğin bir ağ
yapması için mimari bilgi ve hesap yeteneği gereklidir. Rüzgarın ve
yakalayacağı avın hızını, ağın taşıyacağı yükleri, bu yüklerin
dağılımını, ağı kuracağı ot, yaprak vs.’nin taşıma güçlerini ve bunlar
gibi birçok ayrıntıyı tek tek hesaplamalıdır. Bu durumda “Nasıl olabilir
de bir örümcek hesap yapabilir?” sorusu akla gelebilir. Ama
unutulmamalıdır ki bunlar evrimin temel mantıklarıdır; yaratılışı
reddetme çabası içinde olan evrimin bu saçma mantıklarına göre böceğin
bu hesapları kendisinin yapmasından başka bir çaresi yoktur.
Buna karşın akıl sahibi olduğunu, ağ yapmayı
tasarlayabildiği varsaysak bile bu, böceği ölümden kurtaramaz; çünkü
elinde ağı kurabileceği malzeme yoktur. Doğada bu işe yarayacak
özelliklerde malzeme bulamaz. Bu yüzden ağ kurmak için ip üretmeye karar
verir. Fakat yine çok büyük bir zorlukla karşı karşıyadır; örümcek bu
ipi nasıl üretecektir?
Derken tesadüf denen güç tekrar devreye girer, böceğin
vücudunda bazı değişiklikler olur ve çok özel olan kimyasal sıvıyı
salgılayacak altı farklı bez böceğin kuyruk kısmında bir anda eksiksiz
olarak ortaya çıkar. Sonra bu bezler eş basınç ve eş zamanlama
sistemiyle çalışmaya başlarlar. Yine tesadüfen bu bezlerin
salgıladıkları kimyasal sıvılar çok özel oranlarda birbirlerine
karışırlar ve ortaya örümcek ipinin hammaddesi çıkar. Bir başka
tesadüfle yine aynı anda ortaya çıkan, arka bacaklardaki eğirme
kancalarıyla bu lifler eğrilerek, böcek için son derece uygun ipler
üretilir. Tesadüfler o kadar çok yardım etmiştir ki ortaya çıkan ip
çelikten beş kat daha sağlam, kauçuktan yüzde otuz daha esnektir. Bu
ipin insan tarafından tam olarak taklit edilemeyen karmaşık moleküler
özellikleri ise küçücük bir böcek tarafından tasarlanmıştır.
Ardından böcek, kimi yapışkan ve esnek, kimi sert ve
sağlam farklı özelliklerde ipleri kullanarak bir ağ örer. Ne uygun
tesadüftür ki böceğin bacakları ağlarda yürüyebilmesi için uygun olan
yedi eklemli yapıdadır. Kendi ağlarına yapışmasını engelleyen özel bir
kaplama zaten yine sözde tesadüflerin bir eseri olarak ayaklarında daha
önceden vardır. Rastlantılar bunlarla bitmez. Sağır ve hemen hemen kör
olan böceğin vücudu, ağın üzerindeki en hassas titreşimi algılayacak
özel bir kıl örtüsüyle, daha ağı ördüğü ilk günden kaplanır. Ve burada
sayamadığımız birçok tesadüfün verdiği kabiliyetler sonucunda ortaya
bugünkü örümcek çıkar.
Bu hayali senaryo sonucunda bile evrim teorisinin ne
kadar akıl dışı bir varsayım olduğu açıkça ortadadır. Burada önemle
belirtilmesi gereken bir nokta vardır. Öncelikle örümcek sahip olduğu
özellikleri kesinlikle zaman içinde kazanmış olamaz. Söz konusu bütün
yeteneklerin aynı anda örümcekte bulunmaları gerekir. Ağ örmeyi bilen
bir örümceğin, aynı zamanda iplik üretebilecek yapıda olması gerekir. Ağ
örmeyi bilen ama iplik üretemeyen, veya iplik üretebilip ağ örmeyi
bilmeyen bir örümcek olamaz. Ağ örmeyen örümcek türleri ise -sıçrayan
örümcek gibi- zaten evrimi binlerce kere çökerten çok daha üstün
özelliklerle birlikte yaratılmıştır.
Örümcek son derece güzel ağlar örebilse fakat ağın
üzerine döşeyeceği yapışkan ipi kapladığı tutkalımsı madde olmasa ağ
yine işe yaramayacaktır. Tutkalımsı madde mevcut olsa ama bu sefer
yapışkan iplere olağanüstü esneklik veren moleküler özellikler olmasa
-ki böyle olması son derece doğal olurdu- ağ yine hiçbir işe yaramayacak
ve örümcek ölecektir.
İplik üretecek mekanizmalara sahip bir örümcek, yediği
besinlerde bulunan skeploprotein adlı madde olmasa iplik üretemez. Bütün
bunlara rağmen tesadüfen bir ağ sahibi olsa, bu sefer ağın üzerinde
yürüyebileceği bacaklara, ayaklarının üzerinde bulunan, ağa
yapışmamasını sağlayacak kimyasal kaplamaya ihtiyacı vardır. Aynı
zamanda vücudunda ağdaki titreşimleri tespit edecek bir algılama sistemi
bulunmalıdır. Tüm bu özelliklerden biri olmasa hayvan kısa sürede ölür.
Örümceğin de sindirim, solunum, dolaşım sistemleri
vardır. Bu sistemlerin de tıpkı diğerleri gibi aynı anda ortaya çıkmış
olmaları gerekir. Midesi veya kalbi eksik bir örümcek düşünemeyiz. Kaldı
ki ağ üreten organlar gibi diğer bütün organların var olmaları için, bu
organların genetik şifrelerinin, örümceği oluşturan milyonlarca
hücrenin her birinde bilgi olarak var olması gerekir. Yeni bir organ
demek, genetik şifre olan DNA’da milyonlarca basamaklık ek bilgi
demektir. Bu basamaklardan herhangi birinin değişmesi yeni organı
tamamen işe yaramaz hale getirecektir. (Detaylı bilgi için bkz. Harun Yahya, Hücredeki Mucize, İstanbul: Global Yayıncılık)
Dikkat edilmesi gereken başka bir nokta, yumurtadan yeni
çıkan bir örümceğin hiçbir eğitim almadan, doğuştan ağ örmesi için
gerekli bilgilere sahip olmasıdır. Bu bilgiler doğrultusunda nesillerdir
doğan her örümcek ağ kurabilir. Yavru örümcek hiçbir şekilde eğitimden
geçmez, kurs görmez.
Bir inşaat mühendisi bina yapabilmek için gerekli
bilgileri en az dört sene üniversite okuyarak elde eder. Kaynak olarak
daha önce yazılmış yüzlerce akademik eseri kullanır. Hesapları
bilgisayarlarda yapar. Kendisine kılavuz olacak, hesap yapmayı öğretecek
hocaları vardır. Kendi büyüklüğünden yüzlerce kez daha büyük olan bir
ağı birçok faktörü göz önünde bulundurarak kurmak, en az bir bina yapmak
kadar hesap gerektirir. Ağı oluşturan iplikçiklerin gerilimleri, ağın
oturduğu temelin sağlamlığı, geometrik şeklin doğruluğu, rüzgara ve avın
hareketlerine karşı verilen dayanıklılık ve esneklik, iplerin kimyasal
ve fiziksel özellikleri, daha sayamadığımız birçok ince ayrıntıyı
hesaplamak ve tasarlamak için bir üniversite mezunu olmak bile yetmez.
Zaten yavru örümcekleri yetiştiren bir üniversite de yoktur. Onlar
dünyaya gelmelerinden kısa süre sonra ip üretmeye, ağ kurmaya ve
avlanmaya başlarlar.
Evrimci bilim adamları bunun nedenini açıklayamamakta,
çaresizlik içinde son derece komik başka bir iddiaya başvurmaktadırlar.
Temeli yaratılışı inkar olan bu mantığa göre içgüdü denilen bilinmeyen
bir güç, yeni doğan bir örümceğe ne yapması gerektiğini bildirir.
Peki içgüdü nedir? Örümceği bir fizik ve kimya
profesörü, inşaat mühendisi, mimar yapan ve nereden geldiği belli
olmayan bir dürtü müdür? Örümceğin içinden, kendi kendine geldiği
söylenen bu dürtünün kaynağı nedir? Örümceğin yapısını inceleyerek bunu
bulmaya çalışalım.
Örümceğin yapısı bütün canlılarda olduğu gibi
proteinlerdir. Bu proteinleri amino asitler oluşturmuştur. Amino asitler
ise büyük moleküllerin biraraya gelmesiyle oluşur. Moleküller de
atomların biraraya gelmesiyle ortaya çıkar. Yukarıdaki sorunun cevabını
burada arayalım. İnsanın bile taklit edemediği iplikler üreten,
benzersiz mimarlık ve mühendislik eserleri yaratan örümceğe,
yaptıklarını bildiren güdü, örümceğin içindeki hangi bölümdedir ki
içgüdü adını alır. Vücudunu oluşturan proteinlerde mi? Proteinleri
oluşturan amino asitlerde mi? Bu amino asitleri oluşturan moleküllerde
mi? Yoksa molekülleri oluşturan atomlarda mı? Evrimcilerin içgüdü
diyerek geçiştirmeye çalıştıkları dürtünün kaynağı bunlardan hangisidir?
Elbette ki bunlardan hiçbiri değildir. Örümcek yaşayan
bütün canlılar gibi Alemlerin Rabbi’ne boyun eğmiştir ve onun ilhamıyla
hareket etmektedir.
Yedi gök, yer ve bunların içindekiler O’nu tesbih eder;
O’nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur, ancak siz onların
tesbihlerini kavramıyorsunuz. Şüphesiz O, halim olandır, bağışlayandır.
(İsra Suresi, 44)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder